Rufailiği, dolayısıyla Seyyid Ahmed-er Rufaî (k.s.) Hazretleri’nin tavsiyelerini, nasihatlerini, Allah (c.c.)’ın ve Resûlü (s.a.v.)’nün emir ve yasaklarını işleyişini, bunları en etkin şekilde büyük kitlelere asırlar boyunca, hatta günümüze kadar yaşatılıp mükemmel bir kul, samimi bir ümmet nasıl olunur? Rıza-i İlahî nasıl kazanılır, şefaat-i Muhammediye nasıl hak edilir? Yöntemini, Allah ve Peygamber sevgisini ve onlar tarafından sevilmenin metodunu anlatmak hatta ve hatta O’nun dilinden anlatmak gerekir.
İkincisi:
Bizler, bugün O büyük kaynağın neresindeyiz? Dünyamızın birçok bölgesinde O büyük ab-ı hayattan beslenen insanlar olarak Rufailiği temsil eden cemaatler bulunmaktadır.
Bir ulu çınar ağacının kökleri ne kadar derine kök salmış ise, dalları da gökyüzünde o kadar geniş yer tutmaktadır. Bizler, o ulu çınarın gövdesinden uzanan dalların birer filizi gibi taptaze ve yemyeşil; gelecekte de yeni filizler vermek üzere O’nu en iyi şekilde temsil ederek tarih sahnesinde yerimizi almak, hoş bir seda bırakmak istiyoruz. Bu veçhiyle cemaati ve metodunu anlatmaktır.
Bir Hadis-i Şerifde, Hz.Peygamber (s.a.v)Efendimiz; “Bildiği ile amel edene Allah (c.c.) bilmediği âlemin ilmini ihsan eder.” “Âlimler varisleri oldukları nebilerin yolunu göstermekle mükelleftirler.” Bu husustaki meşhur başka bir hadiste “ Alimler, nebilerin varisleridirler.” Buyrulmuştur. Başka bir Hadis-i Şerifte:
“Her kim ilim tahsili için bir yola sülûk ederse, bu yüzden Allah-ü Teâlâ ona cennete girecek yolu kolaylaştırır.” (Riyaz’üssalihin C:5 S.140 H:1386)
Görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz ilim tahsili için de bir yol tutulmasını tavsiye buyurarak teşvik etmiştir.
Her Tarikatın kendine has özellikleri mevcuttur. Rufaî Tarikatının diğerlerinden farklı yönlerini ve aynı zamanda günümüzdeki icraatını belirtmekte fayda görüyorum. Bir üst paragraftaki hadislere işaret edilen mana da böylelikle anlaşılmış olacaktır.
Her şeyden evvel, Rufai Tarikatı bir ehl-i sünnet Tarikatıdır. Kuruluşundan günümüze kadar Şer-i Şerife uygun bir tarzda İslâm’a hizmette bulunduğunu ilgili tarih kitapları zikretmiştir. Risalemizin çapının küçük olması nedeniyle burada ayrıntılara girmeyeceğiz. Ayrıca tatmin edici örnekleri hazırladığımız elli soruya elli cevap kitapçığında inceleyeceğiz.
Rufaî Tarikatını anlayabilmek ve her yönü ile nigâhban olabilmek için Seyyidimiz Ahmet-er Rufaî (k.s.) Hazretlerinin kendisini ve yaşayışını tam anlamak bilmek ve O’nun gibi yaşayabilmek, bizim alışmış olduğumuz kalıplar içerisinde sunmak kolay değildir. Bununla beraber, onu anlatabildim deme bile kâbil değildir.
Yanlış anlaşılmaması için şunu da belirtmek gerekir. Veliyullahın üstünlüğü, Peygamberlerin getirmiş oldukları şeriata ittiba ettikleri nisbette ölçülü hareket etmişlerdir..
Çünkü sır şeriatın dışında değil ancak ondan içerdedir. Dışına taşmamaya gösterilen gayret nisbetinde o kendi özündeki hakikatle insanı kuşatır.
Bundan dolayıdır ki Rufaî Tarikatı, kuruluşundan bu yana hususiyetini muhafaza ede gelmiştir. Aksi halde Kur’an’ ve sünneti aşmak, insanın yolunu şaşırmamasıdır. Rufaî Hazretlerinin lisanıyla“ deryada boğulmak” demektir.
Evet, Rufaî Hz.leri fakîh idi, seyyid idi. İltifat-ı nebevîye’ye mahzar idi. Peygamber Efendimizin iltifatına nasıl mahzardır? diyeceksiniz..
555 Hicrî (Miladi 1160) tarihinde Doksan bin hüccacın gözleri önünde cereyan eden bir hadise size bu gerçeği gösterecektir.